Bu Blogda Ara

4 Şubat 2012 Cumartesi

Düğünler ve Cenazeler ve Refleks

Düğünleri çocukluğumdan beri sevmedim, halen de sevmem.(Mahallemizde 3 gün 2 gece süren - cuma akşamı kınayla başlayan, cumartesi sabahı davul, zurna ile devam eden yine cumartesi akşamı elektro bağlama ve darbuka çalınan ve pazar sabahı gelin uğurlamayla biten sokak düğünleri hariç)
Tanımadığın bir sürü insanın gelip senin en mutlu gününde sana altın, para takması, yemesi, içmesi, hiç birşeyden memnun olmadan gitmesi, pastayı kesmeden önce garsonların bahşiş istemesi, otoparkçının para istemesi, fotoğrafçıya fotoğraf başı 5 lira vermek, videocunun extra para istemesi, meşaleler içinden geçmek, ortalıkta bir sürü veledin koşuşturması, düğün salonlarının havasız ve sıcak olması gibi daha yüzlerce sebep sayabilirim düğünlerden nefret etmek için...
Ayrıca bir arkadaşının düğüne giderken yaşanan kıyafet sorunu saymıyorum. Takım giymen lazım, kotla düğüne gidilmez, eşinle uyumlu olman lazım, dans şarkısında dans etmeye zorlanmak, oyun havalarında "kalk oyna diye ısrar edilmesi" gibi konuları saymıyorum.
Neyse konu kendi düğünün olunca bunlara 4-5 saat katlanmak zorunda kalıyorsun.(her şeyin bir bedeli var :)
Biraz önce http://bira.fm/ 'de düğünümüzün yapıldığı riva restoranda eşimle ilk dansımızı yaptığımız "Refleks" "Sen Hep Benimsin" şarkısı çalınca birden 5 yıl geriye gittim. O zamanlar yuotube'da mp3 yapamazdık ya da yapılırdı da biz yapamazdık. Kaç bilgisayarcı gezmiştim bu şarkıyı bulabilmek için. İyiki de bulmuşum ve iyiki de bizim ilk dans şarkımız olmuş "Sen Hep Benimsin"...

Orjinal Klibi ve Murat Net'ten "Sen Hep Benimsin" - Hopeless'ım için gelsin...

Dublörün Dilemması


Sanırım 2005 yılıydı. Bir arkadaşımın elinde görmüştüm bu kitabı.Herşeyi yapmak için zamanın, mekanın, kaynağın, altyapının, yeterli işgücünün olduğu bir yıldı 2005 yılı benim için ama bu kitabı okumadım, kapağı ne kadar ilgimi çekmiş olsa da...
Neyse hiç bir şey için hiç bir zaman geç değildir deyip kitabı geçen ay içinde okudum.Karakterler, kurgu, olaylar, kitabın akışı tek kelime ile "mükemmel". Kitabı bitirdiğimde ilk aklıma gelen Paramparça Aşklar ve Köpekler oldu. Murat Menteş'in kelimeleri yanyana dizmesine, müzik bilgisine, film bilgisine hayran oldum. Fırsatınız olursa okuyun, okutturun...

P.S 1: Kitap yakın zamanda film yapılacakmış söylentileri dolaşmakta, bu iyi haber.
P.S 2: Kitap Kapağında Leyla ile Mecnunumuzun yönetmeni Ah Muhsin Ünlü'de var, Murat Menteş ve Gökdemir İhsan Gürsoy'da.
P.S 3: Kitabın konusundan bilerek bahsetmiyorum.

Karapaks - Al Beni

Öncelikle Mavi Sakal'a daha sonra da Haluk Levent'e saygıyla...



P.S 1: Kadınlarla erkekleri ayıran şeyde bu, galiba bu...
Onlar can vermekte usta, biz can almakta...

P.S 2: Klipten Ahmet Mümtaz Taylan'ın twitterda paylaşımından sonra haberim oldu. Nesrin Cavadzade ve Rıza Kocaoğlu mini film tarzında oynamışlar klipte. Ellerine sağlık hepsinin, tabi Karapaks'ın da...

2 Şubat 2012 Perşembe

Gus Black

Californication 5. sezon başladı, hatta 5.bölüm yayınlanmak üzere. Bu dizinin hayatıma kattığı en güzel şey Gus Black oldu. Gus 1.sezon 3. bölümde Black Sabbath'ın Paranoid'in mükemmel bir cover'ını yapmıştı.
Şarkıları sade ama etkileyici sözlerle dolu. Benim bildiğim 2 albümü var. Benim en sevdiğim şarkısına buyrun...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Avustralya Açık Sonrası...

8 ay önce bu satırları yazmışım.  http://atonalminds.blogspot.com/2011/05/djokovic-vs-nadal.html . 2012 de belki farklı bir sonuç çıkar diye bekledim. Ama olmadı. Faklı olan ise bendeki düşünceler oldu. Sıkı Nadalcıyımdır, Djkovic'i de çok sevmezdim. Boşnak olduğum için Sırplara karşı önyargım vardır. Çok net.. Savaş döneminde akrabamız olan bir aile kaçıp gelmişlerdi yanımıza. Tito döneminde çok önemli roller üstlenen, oralarda çokça tanınan bilinen akrabamız eşi ve 2 çocuğuyla gelmişti. Dönmez artık diyorduk ama dayanamadılar 3-4 ay kalıp geri döndüler diye hatırlıyorum. Gözlerindeki korku ve çaresizliği unutamadığım için (düşünsene ülkende savaş var, bütün yakınların orda, haber alamıyorsun, bilmediğin bir ülkedesin, evet akrabalarının yanındasın ama boşnakçayı bilen doğru dürüst 4-5 kişi var ailede, çok zor bi durum) Sırplara tahammülüm yoktur açıkçası.

6 saatlik efsane maç sonunda sponsorlar konuşma yaparken Nadal ve Djkovic yorgunluktan dayanamadılar ve sandalyeye oturdular. ( İlk defa oluyormuş böyle bir olay galiba) Sponsor konuşmaları bittikten sonra Nadal konuşmaya başladığında Djkovic sandalyeden kalktı ve belki de 5- 6 yıl en büyük rakibi olacak kişiyi ayakta dinleme saygısını gösterdi. Konuşmalara değinmeyeceğim bile, her ikisi de birbirlerini o kadar çok övdüler ki, gerçekten tenisin apayrı bir spor olduğunu hepimize gösterdiler. Bundan dolayı artık biraz daha tarafsız bakabilirim Djkovic ve Federer'e. Murray' i hala sevmem, sevdiremezsiniz arkadaş. Aynı olay karşısında, Murray Nadal'ı omzuna alsa, büyüksün kardeş, ben seni omzumda taşırım dese" yine de sevmem Murray' i.

Maç sırasındasa Djkovic'in benchinde Vlade Divac gözüme çarptı. Geçenlerde Ntvspor'da "Once Brothers" isimli belgeselde bayrak adamım Drazen Petravic (Hırvat) ile olan dostluğunun nasıl bittiğini, nasıl yanlış anlaşıldığını ve Petravic'in mezarını ziyareti vardı. Duygulandım be Drazen'i görünce... 

Del Potro' ya umut bağlamıştım ama yanılmışım. Çeyrek finalde Federer çok rahat eledi. Umarım toparlar, sakatlanmadan önce şimdiki ilk üçü en çok zorlayacak adamdı. Şu an için umut vaat etmiyor.

Ferrer Avustralya Açık'tan önce Djkovic' i yenmişti. Çeyrek finalde biraz ümitlendik, belki yine yener dedik, o da olmadı.

Tsonga için birşey demiyorum. Onun tek problemi kendisi.

Berdych ise çeyrek finalde yendiği Almagro'nun maç sonu elini sıkmayarak herkesin  büyük tepkisini topladı.

Sonuç, yanılmıyorsam Caner Eler'in deyimiyle " Nadal'ın Djokovic problemi var, Djokovic'in Federer problemi var, Federer'in Nadal problemi var, Murray'nin bir sürü problemi var."

Kadınlarda ise Sharapova' yı yenen Azarenka kupayı aldı :)))))

Barış Manço...Saygıyla Anıyoruz...

Bence bu topraklardan gelmiş geçmiş en büyük ozanlardan biriydi. Allah Rahmet Eylesin...

31 Ocak 2012 Salı

Şeytanın Fısıldadıkları


Emre Yılmaz.1960 doğumlu.Robert Lisesini bitirdikten sonra İtalya ve Amerika'da okudu. 1996 yılında ilk kitabı "Genç Bir İşadamına" yayımladı.
Şeytanın Fısıldadıklarının ilk sayfasında Emre Yılmaz ile ilgili bu kadar bilgi var. Kitabın ilk basımı 1999. Bendeki baskısı 15.baskı 2010.
Kitap Emre Yılmaz'ın iş hayatına,aile hayatına, sosyeteye, iyiliğe, kötülüğe,başarıya, başarısızlığa....gibi bir çok kavrama karşı bakış açısını anlatıyor. Kitap neredeyse bildiğiniz bütün doğruları sorgulatıp, kısa elektroşoklar yaşamanıza sebep oluyor. Güçlü imanları bile yoldan çıkarabilen şeytanın her zaman kulağımıza fısıldadıkları her şey kitabın içinde var. Tavsiye olunur. Günümüzün twitter ve facebook aforizmacılarının keşfedecek daha çok şeyi var.

İşte kitaptan küçük alıntılar;

"Kendini ne kadar iyi kandırırsan o kadar mutlu, ne kadar kötü kandırısan o kadar mutsuz olursun. Kendini hiç kandıramazsan, ya can sıkarsın ya canın sıkırır."
"Hayat tecrübelerin ne kadar azsa planların, programların ve prensiplerin o kadar çok olur."
"Başarısızlar adalet ve eşitlik isterler. Başarılılar ise çocuklarını gönderebilecekleri daha iyi okullar, ucuz hizmetçiler ve temiz bir çevre."
"Bir erkek doyduğu için kadından bıkar, kadın ise doyamadığı için erkekten sıkılır."
"Bütün çapkınlar bunu bilirler. Çapkınlığın mahşer günü sabahıdır."

The Fall - Düşüş


The Fall - Düşüş 2006 yapımı bir film. Filmin yapımcısı,yönetmeni, görüntü yönetmeni Tarsem Singh. Tarsem abiyi daha önce çok ses getiren ama benim izlerken uyuklayıp sonunda ne oldu yaaa deyip izleyemediğim The Cell'in de yönetmeni.
Film inanılmaz bir görsel şölene sahip ve filmde yer alan bütün mekanlar gerçek mekanlar. Konuyu da merak ederseniz diye yazmıyorum ama eminim seyrettikten sonra pişman olmayacaksınız.


ODETTE ANNABLE




Bu Güzelliğin Karşısında Sabaha Kadar Ağlamak İstiyorum.



House M.D. yeni sezonda.

29 Ocak 2012 Pazar

BERBER

Bu nasıl bir alışkanlıktır.Yıllarca aynı berbere gitmek.Kopamamak.Ne uğraşcan bir başkasına şöyle kes,böyle tara diye laf anlatmaya.Otur koltuğa,her zamankinden bakışını at,halletsin. 15 sene olmuştur.Başkasına kestiremem,içim rahat etmez.
5 sene önce mekan değiştirdi.Aradı,yeni yerime bekliyorum dedi.Önceki yerle vedalaşmadım bile.Önünden geçerken içeriye bile bakmam,gerekirse kafayı öne eğerim.Berber dükkanıyla işim olmaz berberdir önemli olan.
3haftadır tembellikten gitmiyorum saç papaz oldu.Aradım randevu için.Dükkan devroldu dedi.Yeni işyeri sahibiyle pazarlık yapıyoruz şu an dedi.Kazanç oranını falan da paylaştı,hemen kuaför aleminin para kazanma muhasebesini yaptım tabi içimden.Heralde anlaşamıycaklar.Başka yere geçicek.Bu hafta netleşcek.Papaz saçla bir hafta daha birlikteyiz yapcak bişey yok.
Saolsun,iyi ağırlar iyi anlaşırız berberimle.Çalıştığı yerden 20km uzakta oturuyor.Ödüm kopuyor bir gün ben başkasının yanında çalışmayı bıraktım bizim orda kendi dükkanımı açtım diyecek diye.Saç için 20km gitmek zorunda kalırım diye.
Şİmdiki yer mi?Önünden geçmem.Geçersem içeriye bakmam.Vedalaşmam bile.

"DAYAN ANKARAGÜCÜ"

Haftaiçi tribünde bu pankart vardı.Futbolcular TT arenada tünelden çıkınca pankartla karşılaşıp tribüne çağrılıp destek gösterisiyle başladılar maça. A.gücünün durumu için söylenecek tek söz pankarta yazılmıştı,daha fazlası elden gelmezdi.
Sonuç belli.Başkent düşecek.Futbolculara üzülüyorum.Takımı her koşulda bırakmayıp mücadeleye devam eden 2-3 tanesini hayranlıkla takip ediyorum.Sadece topçulara üzülüyorum.Kulüpten,takımdan,haliyle renklerinden, sevgisizlik söz konusu.Hele yıllar sonra 1.lige çıkış hikayelerini(paşa yoluyla) öğrendiğimde daha da sinir olmuştum.
Başkanları,taraftarlarının yönetim ve teknik heyetlere davranışları hep itici gelmiştir.Askerde bir çocuk vardı.Gecekondu tribünündendi.Biraz konuşmuştuk.Umut Bulut da oralıymış.İtici gelen davranış tarzını örnekleyen bir laf etmişti.O sene de tehlikeli yerlerde dolanıyorlardı. "Herkes düşer,biz düşmeyiz".5 senedir ona inat düşmesini ilk istediğim takım A.gücüdür.Bu sene oluyor.Şu an ne hissediyor bilmiyorum,umrumda da değil.Burdan ona seslenelim. "Ankaragücü de düşer". Sonları Sakarya,Kocaeli,Göztepe olur mu orasını bilmem.Bu seneki ligin davasında çıkacak abuk kararlarla bir şekilde seneye süper ligde yer alırlar mı onu da bilmem.Yıllar sonra mesajımı verdim ya ben ona bakarım.

Ev,Home,домой, Hause, Casa

Ya 3+1 ya da 2+1 olsun diyoruz. Deniz görsün, durağa, hastaneye, okula, markete yakın olsun istiyoruz. Sonra kullanılan malzemelerin kalitesinden bir haber yüz binlerce para bankadan kredi çekip neredeyse ömür boyu sırf kredi kadar faiz ödeyip başımızı sokacak bir ev almayı düşünüyoruz. Yok yok ev almak pek aklıma yatmıyor, kiracılık iyi. Geçmiş yıllarda bir paparazzi arkadaş Nejat İşler'e sorar neden arabası olmadığını. Nejat İşler de der ki "param varsa bütün sarılar benim" Kiramı ödeyecek kadar param varsa bütün evler de benim değil mi ?
Neyse Japon mimar kardeşim 330 (square feet) = 30.65 m2 evinde "bence" harikalar yaratmış. Eli değimişken bizim sığamadığımız 3+1 180 m2 eve de bir el atsa...(bizim derken kira tabi...)