Can Dündar 15 Kasım 2005’ te aşağıdaki anektodu anlatmıştı Milliyetteki köşesinde. Bugün tekrar denk geldim, saatlerdir Mahur’ u dinliyorum. Attila İlhan en sevdiğim şairlerin başında gelir, diğer taraflarını görmezden gelirim genelde. Şiirlerini ezbere bilmek istediğim yegane Türk Şair diyebilirim. (Nazım Hikmet’ ten bile üstündür bana göre, çok mattah bir adamım ya :)
Hasan Bülent Kahraman onun için şöyle yazmıştı Türk Şiiri Modernizm Şiir adlı kitabında: “ Attila İlhan’ın bu aşamadaki başarısı, Marksizmi, bir düşünsel altyapı olarak kullanıp, şiirini Modernizmin belli bir aşamasındaki oluşumlarla bütünleştirmesidir.” İlerleyen satırlarda da şairin Plehanov ve Apollinaire’ den ( hani şu efsane Mirabeau Köprüsü’ nün şairi) nasıl etkilendiği üzerine devam eder. Çok şiiri vardır Attila İlhan’ın üzerimizde derin etkiler bırakan…Ara ara onlara da değiniriz. Ama ilki Mahur olsun…
Not: Sevilen Centum Şiraz 2007 güzel şarapmış J
“Taksim'de Cafe Pandrossa'da buluşmuş üçü: Attilâ İlhan, Ahmet Kaya ve Gülten kaya...
Pandrossa, Şair ‘in vazgeçilmez mekânı o sıralar...
Ahmet Kaya'nın, -İlhan'ın deyimiyle "o deli kara çocuk “un- elinde bir kaset... Kasette yeni bir şarkı:
"Mahur..."
Yine Şair’ e haber vermeden bestelemiş şiirini...
"Böyle bir Sevmek te, "Yangın Gecesi’nde "Cinayet Saat’inde, "Jilet Yiyen Kız “da yaptığı gibi...
Sonra da eşi Gülten'e ricacı olmuş yine:
"Attila bey seni benden daha çok seviyor. Dolayısıyla Usta'ya şarkının haberini vermek yine sana düşüyor".
Gülten çevirmiş telefonu... Ertesi güne randevulaşmışlar.
Şiir, bir tablo gibi önlerinde duruyor:
"şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız".
Ahmet Kaya lafa girmeden Attilâ İlhan, "Dur ben sana bu şiiri nasıl yazdım onu anlatayım" demiş:
"12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’ lere kıymışlardı. Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm".
"Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı".
* * *
O anlattıkça ıslanmış kirpikleri Gülten'le Ahmet'in...
Bir kadın ismi sandıkları müjgan'ın eski dilde "kirpik" anlamına geldiğini orada öğrenmişler. Şair'in "müjganla ağlaşmak"tan kastını da orada çözmüşler.”
Pandrossa, Şair ‘in vazgeçilmez mekânı o sıralar...
Ahmet Kaya'nın, -İlhan'ın deyimiyle "o deli kara çocuk “un- elinde bir kaset... Kasette yeni bir şarkı:
"Mahur..."
Yine Şair’ e haber vermeden bestelemiş şiirini...
"Böyle bir Sevmek te, "Yangın Gecesi’nde "Cinayet Saat’inde, "Jilet Yiyen Kız “da yaptığı gibi...
Sonra da eşi Gülten'e ricacı olmuş yine:
"Attila bey seni benden daha çok seviyor. Dolayısıyla Usta'ya şarkının haberini vermek yine sana düşüyor".
Gülten çevirmiş telefonu... Ertesi güne randevulaşmışlar.
Şiir, bir tablo gibi önlerinde duruyor:
"şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız".
Ahmet Kaya lafa girmeden Attilâ İlhan, "Dur ben sana bu şiiri nasıl yazdım onu anlatayım" demiş:
"12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’ lere kıymışlardı. Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm".
"Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı".
* * *
O anlattıkça ıslanmış kirpikleri Gülten'le Ahmet'in...
Bir kadın ismi sandıkları müjgan'ın eski dilde "kirpik" anlamına geldiğini orada öğrenmişler. Şair'in "müjganla ağlaşmak"tan kastını da orada çözmüşler.”