Bu Blogda Ara

21 Aralık 2011 Çarşamba

Komedi..

Bu ülkenin şişirilen müzik adamları vardır. Yıllar yılı üçü beşi geçmezler. İskender Paydaş, Ozan Doğulu vd. Çok şükür albüm çıkarmaya başladılar da gördük kendilerini. Genelde arka planda kalmayı tercih ederlerdi şimdiye kadar, efsaneleri de dilden dile dolanırdı. Matrix kıyafetiyle Kayahan şarkılarına eşlik etmeler mi, 30 saniye dayanılamayacak Atiye şarkıları mı? Elinize sağlık...Aahahhaha.. Büyüksünüz abiler...Sonra bu ülkede niye müzisyen yok değil mi?

VARAN...

Kış gelince uçak kullanımını da haliyle azaltmaya çalışıyoruz. Sabah uçuşlarının bünyeye verdiği işkence ortada. Otobüs seçimim de genelde Varan oluyorDU. Ta ki düne kadar....tekli koltuk, koltuk arkası tv imkanı güzel şeylerdi. Dün akşam Varan'ı bir daha kullanmama gerekçesi ile karşılaşmış oldum. Televizyonu açtığımda yeni bir seçenek vardı karşımda: İSLAMİ. İçinde yer alan programlar ise; 2 bölüm ATEİZMİ YIKAN GERÇEKLER ve 2 tane de hatırlayamadığım birşey. Bildiğiniz üzere Varan Ulusoy'a satıldı. Kime satıldığını dün gece anlamış olduk. adım kadar eminim, o şirkette ateizm üzerine 2 kelam konuşabileceğin bir kişi yok, olsa eywallah der geçerim. Ama bu ne iş be hacı...Kime yaranmaya çalışıyorsunuz, para için 40 yıllık Varan'ın geldiği noktaya bakın. Halkı kin ve nefrete sürüklemek. Yazık...Para herşey değildir...

Nerde Kalmıştık?

Yazıyı okumaya başlamadan önce bi zahmet, aşağıdaki Tindersticks Medicine' i dinlemeye başla :)
Selam millet, gerek işlerin yoğunluğundan gerek başka uğraşlardan uzun zamandır yazamadım, paso müzik paylaştım. Vakit kendinden bahsetme zamanı. Geçmişe dönelim yine, gelecekten –istemesekte- zerre umudumuz yok zira. Bir dakika sonrasını düşünmediğimizden geldik bu noktalara, hiçbir surette de pişmanlığını hissetmediğimiz geçmişle elele.
Zor bir muhitte, zor bir çevrede büyüdüğümü anlatmayalım önce. İzmir’in geçmişi kendinden menkul semtinde geçmişi ve geleceği kendi ellerinde olan bir ailenin (gayet geniş bir aile) ferdi olarak dünyaya geldiğimizden dolayı hassasiyetlerin ve umursamazlıkların Gobi çölü olduğu bir ortamda büyüdük. Bir yanda gelişen İzmir (cidden o zamanlar gelişiyordu bu kent) bir yanda konservatif hayatların sunduğu ileriyi görememezliklerin silsilesi güç bir hayatta geçmişe bağlanmayı zorunluluk bildik. Modernizm açısından bakıldığında olanca feodalliğiyle süren sülale yaşantımız (  Kureyş kabilesi gibi 30 dan fazla kuzen vd.) gündelik yaşantının getirdiği sorumluluklarını nereye kadar yerine getirebilirdi ki? Belki yeni yeni biraraya gelmeye çalışıyoruz, beni saymazsak bir serseri dışında…
Böyle bir ortamda rahat yetişirsin, ailenden başka kimseyi tanımaya gerek yoktur. Aynı yaş grubundan en az 5-6 kişi beraber büyüdüğünden arkadaş grubu yaratmaktansa kendi içinde kalmak daha kolay ve makuldür. Bir kilometre içerisinde 60-70 kişilik bir aileden bahsettiğimizi düşündüğünde anlarsın kolayca ne dediğimi. Ve işin tuhafı bu güruhtan aile dışında uzun süre yaşayan 2 kişi, ben ve o uzaklardaki serseri vardık.

Buradan hareketle, insanları sınıflandırmak bize göre değildir ama ben yaşadıklarımdan dolayı öyle bir ayrıma gittim açıkçası. İnsanlar 2 sınıftır bana göre; toprak insanları ve deniz insanları. Toprak insanları konservatiftir, hep bir güvence isterler hayatlarında. Sağlamcıdırlar, ayakları yere bassın ve yarın konusunda bir sıkıntı çekmesin isterler. Konformist olurlar, bir ev yetmez onlara, en az 2 bilemedin 3 eve ya da bilemedin arsaya sahip olduklarında biraz rahat ve güvende hissederler kendilerini. Sadece kenarda para olması yetmez, dediğim gibi mülk te olması gerekir toprak insanına. Hayat bu belli olmaz, yarın ihtiyacın olur birşeylere…. Diğeri deniz insanıdır; sevmez toprağı, hep gitmek ister bir yerlere. Özgürlüğü sever, sıkılır aynı yerde uzun süre yaşamaktan. Birilerine ya da birşeylere bağlı kalmak onu yorar, onu üzer, üzmek istemez kimseyi de…Aklı hep dışarıdadır, hep göremediği hep yaşamadığı zevklerde. Deniz de öyledir ya, ne yapacağı belli olmaz, hep tehlikeyi içinde barındırır, ne kadar kendine güvenirsen güven, acımaz o.. bir boşluğunu yakalar hiç beklemediğin anda.
Bu ikisinden biri olmak dışında zor olan ise, ada insanı olmak. Gözün hep denizde, ama ayaklarında yere bassın istiyorsun. Ne denize adapte olabiliyorsun, ne toprağa. Arafta kalmışsın işte. Seçemiyorsun. En boktanı da bu işte. Denizin bilinmezliğinden korkup - bir taraftan da deli gibi açılmak isteyip açılamamak- çok fazla ilerleyememek ama topraktan da vazgeçememek.  Yol ayrımına geldiğimi düşünüyorum.  ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün. Zaman seçim yapma zamanı.
Not: Fotograf mı :)))))) 35 Harley Davidson 412...ehliyetim yok hala, polise ihbar etmeyin...