Bu Blogda Ara

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Dionysos Adına 1

Futbol, tenis, sinema, müzik, formula 1 den bile bahsetmişken içkiden söz açmazsak sen Dionysos de ben Bacchus diyeyim, öteki tarafta küsmezler mi bana? Bal gibi de küserler. Aman kimse küsmesin, darılmasın, o zaman içtiklerimiz ile ilgili paylaşımlarda da bulunalım. Bulunalım ki, söz uçar yazı kalır misali, canımız sıkıldığında dönüp bakalım, ne içmişiz, ne dinlemişiz, ne söylemişiz.
Dionysos demişken şarapla açalım o zaman geceyi…ayrıntıya girmeden üstün körü geçeyim. Bira denilince Efes, viski denilince Jack Daniels, votka denilince Absolut, şarap denilince kırmızı şarap, kolonya denilince tütün kolonyası anlar bu bünye. İleride gireriz bu detaylara…
Yaz mevsimi geldiğinde ağırlıklı olarak bira ve viski tüketeceğimizden şimdi önceliği şaraba verelim.

İlk konuğumuz Leona Cabernet Sauvignion…Hemen bakalım Kayra ne der bu şarap ile ilgili:
Burunda taze, olgun kırmızı orman meyveleri kokusu, kurutulmuş kekik, damakta ise zengin ipeksi yumuşak tanenlerle birlikte meyveler yoğun olarak hissediliyor. Dengeli asidite, her çeşit pişmiş etle uyum sağlar.
Aperatif olarak tüketilebilir. 16-18 °C' de içilmesi tavsiye edilir.Alkol derecesi: %13,5 

Sherwood ormanlarında ki Robin Hood zannettim birden kırmızı orman meyveleri kokusu dediğinde…sadece meyvemsi tadı hissediyorum. Onun da adını koyamam hani, hangi meyve desen karpuz der geçerim. Velhasıl ben aperatif olarak tüketmeye çalışıyorum şarabımızı. Çalışıyorum derken, biraz zorlama var gibi gelmesin, son derece keyifli ve yumuşak bir içimi var bu şarabın. Yanında da peynir olarak Pınar Cheddar bulunuyor. Tabii biraz ağır kaçıyor Cabernet Sauvignion’un yanında ama olsun. Severim cheddarı, yakıştırırım bilumum kırmızı şaraba. İçkinin yanında muhabbet olursa güzel olur ama konuşacak kimse yoksa yanında müzik olmalı..peki ne dinler Rumble Fish?
Hemen bir track list hazırlayalım. 

·         Radio Tarifa – Sin Palabras

·         Radio Tarifa – Manana

·         Jens Lekman – Pocketful of Money

·         Tindersticks & Lhasa de Sela – Sometimes It Hurts

·         Lhasa de Sela – De Cara A la Pared

·         Lhasa de Sela – Con Toda Palabra

·         Bueno Vista Social Club – Hasta Siempre

·         Leonard Cohen – The Partisan

·         Leonard Cohen – I Am Your Man

·         Edith Piaff – La Vie En Rose

·         Frank Sinatra – As Times Goes By (Play it, Sam)

İlk 11 böyle…gerisi size kalmış….

Leona Cabernet Sauvignon – 5 üzerinden 3

Inside Job

İzlediğimiz filmlerden bahsetmemek olmaz. 2011 en iyi belgesel Oscar'ını almış Inside Job. 2008 ekonomik krizini geriye dönerek çok iyi işliyor. Evet biraz iktisat terimleri fazla ve ulan iktisattan biraz anlasam dediğimde oldu ama belgeselin geneline baktığımda krizi, Amerika ekonomisini oluşturan büyük yatırım şirketlerini iyi bir şekilde analiz ederek, Obama yönetimine kadar getirirerek anlatıyor. Krizi oluşturan olaylar nelerdi, nasıl bir balon oluşturuldu, şirketler neleri götürdü, Wall Street nasıl bir pislik yuvasıdır, Lehman Brothers'lardan AIG'lere CitiGroup'tan Alan Greenspan'a kadar birçok şirket,kurum,akademi mensubu,devlet adamları,senatörlere kadar detaylı inceleyen başarılı bir belgesel.

İzleyin, izlettirin derim.

Yanlış anlamayın; krizin faturası 20 trilyon dolardı.

Yönetmen: Charles Ferguson
IMDB puanı: 8,2
Süre: 104 dk 

Belgesel bittiğinde aklıma Marx'ın 1844 El Yazmaları'nda "Burjuva Toplumunda Paranın Gücü" bölümü geldi. Goethe'nin Faust'u ve Shakespeare'ın Atinalı Timon'un dan alıntı yapar Marx. Üşenmeden yazacağım. İlki Goethe, 2. Shakespeare...

"Hay Allah! ellerinin de ayaklarının da
Kafanın da kıçının da senin oldukları açık;
Ama sevine sevine zevkine vardığım tüm bu şeyler
Bu yüzden daha mı az benim?
Eğer altı damızlık atın parasını verirsem,
Onların güçleri benim güçlerim olmaz mı?
Dörtnal gidenim ve kodaman bir beyim ben,
Sanki yirmi dört ayağım varmış gibi." Goethe-Faust (Mephistopheles)

"Altın! Sarı, pırıl pırıl,değerli altın! Hayır gök tanrıları, ben hafif meşrep bir aşık değilim....Şu azıcık altın, akı kara, güzeli çirkin, haklıyı haksız, soyluyu soysuz, genci yaşlı yiğidi alçak kılmaya yeter....Bu sarı köle, antları tutturup bozduracak, cüzamlıya taptıracak, hırsızlara senatörler sırası üzerinde yer,san,saygı ve övgü kazandıracaktır; iki gözü iki çeşme dulu yeniden evlenmeye götüren de odur. Hadi, kargışlı maden, tüm insanlığın orta malı orospu, sen ki uluslar arasına anlaşmazlık sokarsın."

Marx'ın bu sözlerle ilgili yorumu da son derece güzeldir. Onu da bulun okuyun derim.

Senna'ya...


Mayıs ayı geldiğinde hafızaları tazelemekte fayda var. Kişisel olarak bir çok önemli olayın bu ayda gerçekleştiğini düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi de çocukluğa ait. Sene 1994 yaş 14. Futbol temel ilgi alanı, başka sporları çok umursamıyorum. Malum Dünya Kupası zamanı, Amerika 94. Efsanemiz Hagi, Romario, Maradona, Mattheus, Baggio vd. Kupayı İtalya' yı penaltılarla geçen Brezilya alıyor. Meşhur Baggio'nun topu dağlara tepelere diktiği ve sonradan bizim efsanemiz olacak Taffarel'in Tanrıya selam yolladığı sahne. Ama Brezilyalılar da değişik bir ifade söz konusu. İşte o zaman girdi hayatıma Senna. 1 Mayıs 1994'te San Marino yarışında o zamanlar Tamburello, şimdilerde ise Senna virajında min. 210 km hızla duvara çarpıp çok kısa süre içerisinde hayatını kaybetti. Bütün Brezilyalılar ağlıyordu hatırladığım kadarıyla. Kazandıkları Dünya Kupasını Brezilyalı futbolcular da Senna' ya adamışlardı. Kim bu abi dediğimi hatırlarım, bizim efsane dediğimiz bütün futbolcular kupayı bu abiye adıyorlardı. Tabi o zaman teknoloji bu kadar ayağa düşmemiş, görüntüleri bulmak kolay değil. İnternetin günlük hayatımıza girdiği dönemlerde, çocukluğu yad edip bakalım şu Senna abimizin yarışlarına, hangi özellikleri efsaneymiş diye inceledim kendi çapımda. Yardımseverliği ve Schumacher'e koyduğu posta ile ilgili 2 video mevcut nam-ı diğer Rain Man abimizin. Monaco yarışlarını 6 defa kazanmış (çok zormuş çoook), 65 defa pol pozisyonunu elde etmiş (daha sonra Schumacher kırmıştı bu rekoru), Alan Proust ile unutulmaz yarışlar çıkarmış - ki o dönem güvenlik önlemleri şimdiki gibi katı değilmiş ve Senna abimiz de cesareti ve asiliğiyle gönüllerde taht kurmuş- Senna'yı anmadan Mayıs ayını kapatmayalım. Videoları da unutmayalım tabi.

Not: Formula'dan anlamam, zevk almam ama hikayelere bayılırım. Ehliyeti bile olmayan biri olarak, bu adam hakkında yazı yazmak da hoş oldu tabi...Popüler kültür böyle bir şey işte....


KAPTAN PALOMBO'NUN GÖZYAŞI VE ÖZRÜ

Kaptan,taraftar için farklıdır.Yeşil sahayla tribün arasındaki köprüdür.Kupayı ilk o kaldırır.En zor zamanda da kaçmadan orda olmalıdır,tüm samimiyetiyle...









Sampdoria 2009-2010 sezonunu 4.bitirdi. 2010-2011 sezonunda Serie B'ye düştü. Nedeni Pazzini'yi Inter'e satmaları olabilir mi?

ÜNAL AYSAL

"Ben futbolu bilmem.Benim işim futbol bilenleri yönetmek"

Ülkemizdeki kulüp başkan profiline uymayan bir söz. Egodan uzak,mütevazi bir yaklaşım.Alışık değiliz.Yeni başkan,kendini kulübün sahibi gibi gören zihniyete karşı iyi bir örnek olabilir.

Avrupa'da kimse kulüp başkanını tanımaz.Profesyoneller tarafından idare edilir.Hep düşünmüşmdür biz ne zaman bunu başarıcaz diye.İşte fırsat.Artık bizim de Peter Kenyon'larımız olabilir.

Ünal Aysal'ın kısa özgeçmişinde görürsünüz ki,iş hayatında çok başarılı ve zamanının büyük bir kısmını Avrupa'da geçirmiş. Bizden biri ama bir bakıma da yabancı. En büyük avantajı da bu.








Roland Garros 2011

 
                                                   






İlk tur maçları yarın başlıyor. Program belli oldu.

Erkekler

Nadal (1)  - Isner (39)
Djokovic (2) - De Bakker (71)
Federer (3) - Lopez (41)
Marsel İlhan (127) - Tommy Haas
Gasquet (13) - Stepanek (57)

Kadınlar

Wozniacki (1) - Kimiko Date (60)
Clijsters (2) - Yakimova (100)
Zvonareva (3) - Lourdes Dominguez Lino (43)

20 Mayıs 2011 Cuma

III. Reich



Fatih Terim 3. defa Galatasaray'ın başında. Yıldız oyuncu, yıldız hoca değil, altyapıdan birilerini görelim artık. Bıktım ruh çağırma seanslarından. Ne diyeyim ki artık.
Babamla aramızda şöyle bir diyalog geçti:
- Ne o Fatih Terim gelmiş yine sizin takıma
- (aynı yüz ifadesiyle) what can i do sometimes? (video)






neyse.... 

Önceki verileri şöyle: 

1996-2000

Organizasyon
O
G
B
M
A
Y
P
Türkiye Ligi
136
95
29
12
338
126
314
Avrupa Kupası
35
19
6
10
49
47
-
Türkiye Kupası
22
13
7
2
41
18
-
Cumhurbaşkanlığı K.
3
2
-
1
6
3
-
TSYD Kupası
8
4
2
2
17
9
-
Toplam
204
133
44
27
451
203
-



2003-2004

Organizasyon
O
G
B
M
A
Y
P
Süper Lig
57
34
13
10
96
55
115
Avrupa kupaları
16
5
3
8
19
23
-
Türkiye Kupası
5
3
-
2
9
9
-
Toplam
78
42
6
20
124
87
-

Roger

Federer'in eksik yani hırs.Maçı bırakıyor.Duygusal adam.Yeteri kadar kazandım bundan sonra olmasa da olur havasında sanki.Artık aile babası da oldu.Yakında tenisi bırakma kararı alırsa şaşırmam.Yıllarca kendine fazla guvenip mentörsüz çalıştı.Mentörü de fayda etmiyor artık.İnsan düşünüyor Roland Garros öncesi Nadal'a karşı bir maç daha kaybetmeyeyim diye mi Gasquet'e karsı ....


Belki nadal,djokovic artık birbirine konsantre olur da Federer aradan sıyrılır.Artık umudumuzu buna bağladık.

Atonal Minds’e Dair…..

Blogun giriş fotoğrafı Edward Hopper’ın meşhur Nighthawks’ı. 1942’de bitirmiş üstad eserini. Metropolün yalnızlığını, insanın dar mekana hapsolmasını gayet iyi anlatır zannımca. Yalnız oturan beyefendi Grobbelaar’ı, yanında kadın olanı ise beni temsil eder bu sitede, son derece ironik bir şekilde. Sanki her iki eleman da o barın -ya da restoranın neyse artık- müdavimidir ve iyi tanırlar birbirlerini. Birazdan o kadın ayrılır bardan ve 2 eleman kaldıkları yerden devam ederler muhabbete. Fondaki müzik nedir acaba? Tahminimi Tindersticks “Jism” olarak kullanmak istiyorum. Kederli bir şarkıdır Jism. Yağmurlu –aynı bugünkü gibi- bir günde, viski ve yalnız ortamların şarkısıdır. İnsanı zorlar, yutkundurur, dur bir dakika dedirtir. 2 arkadaş konuşmaya devam ederler, kadınlar üzerine, müzik üzerine, edebiyat üzerine, sporun her türlüsü üzerine, vesaire vesaire….zaman ilerler, şarkı tekrar tekrar döner, sohbet devam eder……

19 Mayıs 2011 Perşembe

Djokovic vs Nadal

Aşağıdaki videoyu ilk izlediğimde Djokovic Nadal karşısında ezici üstünlüğünü henüz kurmamıştı. ( son 10 maçın 7'sini Djokovic aldı) Aralarındaki maçlara baktığımızda Nadal hala 16-11önde.Ama umudumuz giderek azalıyor. Geçen hafta Roma Açık'ta izlediğimiz Djokovic, Roland Garros'u da Nadal'a yar etmeyecek gibi. Yorgundur dedik, toprak kort dedik, Nadal son 3 maçı kaybetti artık kaybetmez dedik ama olmadı. Nadal ve Federer bütün motivasyonlarını birbirlerine yönelttiklerinden Djokovic'i fark edemediler ve iş işten geçti. Toplamda 37 maçlık galibiyet serisi muhtemelen Roland Garros ile 42' yi geçecek ve rekorun yeni sahibi Djokovic olacak. offfff Nadal offfffff.................

Federer'i de Grobbelaar anlatır artık..