Bu aralar canım sıkkın biraz. Düşünceler dört bir yanımda. Ara ara olur. 20 gün sürüyor ortalama. İlaçlarla toparlayabiliyorum. Her seferinde yeni bir başlangıç sözü verip her seferinde tutamayıp her seferinde aynı boşluğu yaşıyorum. Bulacağım bir yolunu. Bayadır yazı yazma isteği yok içimde. Ama arkadaşların bugünkü yazılarını görünce karalayayım birşeyler dedim. Bir haftadır içki yok ama sigara 3 paket. Yemek çok az, 4-5 kilo verdim bile. Fiziken ve ruhen bir arınma yaşadığım ortada. Kendimle başbaşa kalıp, mümkün olduğunca az insanla görüşerek, hesaplaşma dönemi diyebilirsiniz. Ama zor geçtiğini söyleyebilirim. Kolay olmuyor yaptıklarının hesabını kendine verebilmek, herkesi kandırabilirsin ama kendini asla. Müzik dinlemek yok, kitap okumak yok, sadece düşünmek var. bilgisayar açık, facebook açık, sabahtan geceye kadar sadece ve sadece poker oynuyorum. Iphone bozuk 10 gündür, tamirciye bile götürmüyorum. Evden sadece sigara almaya dışarı çıkıyorum.
The Saint’ in yazısını okuyunca Ahmet Kaya’nın seslendirdiği Şafak Türküsü geldi aklıma. Ölüm, umut, insan, gelecek, hesaplaşma adına Nevzat Yılmaz’ın çok önemli bir şiiridir nazarımda. Yıllar sonra ilk defa bugün dinledim, kardeşimde “abi hayırdır, sen Ahmet Kaya dinlemezdin noldu” dedi hatta. ( geçen yazdığım Mahur’ u bile doğru dürüst dinlemeden eklemiştim bloga) Gençlik dönemleri, yaş 15, bilemedin 16. Ahmet Kaya’nın hastasıyız o dönemler, sabahtan akşama walkmen de ( öyle bir şey vardı değil miJ ) bütün albümlerini baştan aşağıya dinliyorum. Babam çok kızardı, bir ara arabada Mordoğan’a giderken dinleyelim diye teybe koymaya çalıştığımda ağır konuşmuştu. Bunu dinleyemezsin bu arabada diye. Çok koymuştu bana. Ülkeden kovulma kararı çıktığında sinirden burnum kanamıştı. Ortada hiçbirşey yokken bir sanatçı ülkeden yok yere gönderilmeye çalışılmıştı. Şimdi hepsi günah çıkartıyorlar. Öldüğü gün ise, kendisinden nefret eden babam telefonla arayıp, başın sağ olsun, üzme kendini diye teselli etmişti. Çok enteresan ve inanılmaz sevdiğim bir babam var. Çok da benziyoruz aslında birbirimize. O da 20 gündür içki içmiyor. Geçen telefonla konuşurken, içki yokken tek başıma kafamda kuruyorum dedi. Aynı şeyleri yaşıyoruz tamamen. Neyse babamı daha sonra uzun uzun anlatırım.
Grobellaar Taksici demişken, 40 tane kuzenim var, bir tanesi de taksicidir. En büyük kuzenimdir, acayip severim kendisini, küçükken beni kamyonuyla gezdirirdi paso. O da her klasik Rumble Fish akrabası gibi çok içen tayfadandır. Geçen ay motor ehliyetini alırken karşılaştık, okul nasıl gidiyor yeğenim dedi. Yanlış anlamayın 31 yaşındayım, okul biteli 7 sene olmuş. Bizimki hala beni üniversitede sanıyor, çok mu tembelim ya da çok mu ufak gösteriyorum yoksa. Ya da içki yüzünden hafıza resetlenmiş kalmış bir yerde haberimiz mi yok. Şu an o kadar çok isterdim ki, taksici kuzenim gibi hafızayı resetlemeyi, belli bir noktada kalmayı, ilerlememeyi.
Anlayacağınız "öyle bir yerdeyim ki, bir yanım mavi yosun dalgalanır sularda..."