Bu Blogda Ara

20 Nisan 2012 Cuma

Tommy Stinson- Light Of Day

Californication 1. sezon 2. bölüm...



Just look at everyone
No one really knowing why they're here
Tryin so hard not to disappear
Doesn't take a lot to make you dance
We're making such a scene
With two left feet
Never even sing or hear the beat
And everyone's looking for some place
They're just killing more time in haste
Some nights it feels like the moon is
Just a light above our graves

Temiz Beyaz Sayfa


Bahar geliyor, yağmurlar temiz, tabiat canlanıyor...Sıra bizde...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Düşünce Girdabı...

Bu aralar canım sıkkın biraz. Düşünceler dört bir yanımda. Ara ara olur. 20 gün sürüyor ortalama. İlaçlarla toparlayabiliyorum. Her seferinde yeni bir başlangıç sözü verip her seferinde tutamayıp her seferinde aynı boşluğu yaşıyorum. Bulacağım bir yolunu. Bayadır yazı yazma isteği yok içimde. Ama arkadaşların bugünkü yazılarını görünce karalayayım birşeyler dedim. Bir haftadır içki yok ama sigara 3 paket. Yemek çok az, 4-5 kilo verdim bile. Fiziken ve ruhen bir arınma yaşadığım ortada. Kendimle başbaşa kalıp, mümkün olduğunca az insanla görüşerek, hesaplaşma dönemi diyebilirsiniz. Ama zor geçtiğini söyleyebilirim. Kolay olmuyor yaptıklarının hesabını kendine verebilmek, herkesi kandırabilirsin ama kendini asla. Müzik dinlemek yok, kitap okumak yok, sadece düşünmek var. bilgisayar açık, facebook açık, sabahtan geceye kadar sadece ve sadece poker oynuyorum. Iphone bozuk 10 gündür, tamirciye bile götürmüyorum. Evden sadece sigara almaya dışarı çıkıyorum.
The Saint’ in yazısını okuyunca Ahmet Kaya’nın seslendirdiği Şafak Türküsü geldi aklıma. Ölüm, umut, insan, gelecek, hesaplaşma adına Nevzat Yılmaz’ın çok önemli bir şiiridir nazarımda. Yıllar sonra ilk defa bugün dinledim, kardeşimde “abi hayırdır, sen Ahmet Kaya dinlemezdin noldu” dedi hatta. ( geçen yazdığım Mahur’ u bile doğru dürüst dinlemeden eklemiştim bloga) Gençlik dönemleri, yaş 15, bilemedin 16. Ahmet Kaya’nın hastasıyız o dönemler, sabahtan akşama walkmen de  ( öyle bir şey vardı değil miJ ) bütün albümlerini baştan aşağıya dinliyorum. Babam çok kızardı, bir ara arabada Mordoğan’a giderken dinleyelim diye teybe koymaya çalıştığımda ağır konuşmuştu. Bunu dinleyemezsin bu arabada diye. Çok koymuştu bana. Ülkeden kovulma kararı çıktığında sinirden burnum kanamıştı. Ortada hiçbirşey yokken bir sanatçı ülkeden yok yere gönderilmeye çalışılmıştı. Şimdi hepsi günah çıkartıyorlar. Öldüğü gün ise, kendisinden nefret eden babam telefonla arayıp, başın sağ olsun, üzme kendini diye teselli etmişti. Çok enteresan ve inanılmaz sevdiğim bir babam var. Çok da benziyoruz aslında birbirimize. O da 20 gündür içki içmiyor. Geçen telefonla konuşurken, içki yokken tek başıma kafamda kuruyorum dedi. Aynı şeyleri yaşıyoruz tamamen. Neyse babamı daha sonra uzun uzun anlatırım.
Grobellaar Taksici demişken, 40 tane kuzenim var, bir tanesi de taksicidir. En büyük kuzenimdir, acayip severim kendisini, küçükken beni kamyonuyla gezdirirdi paso. O da her klasik Rumble Fish akrabası gibi çok içen tayfadandır. Geçen ay motor ehliyetini alırken karşılaştık, okul nasıl gidiyor yeğenim dedi. Yanlış anlamayın 31 yaşındayım, okul biteli 7 sene olmuş. Bizimki hala beni üniversitede sanıyor, çok mu tembelim ya da çok mu ufak gösteriyorum yoksa. Ya da içki yüzünden hafıza resetlenmiş kalmış bir yerde haberimiz mi yok. Şu an o kadar çok isterdim ki, taksici kuzenim gibi hafızayı resetlemeyi, belli bir noktada kalmayı, ilerlememeyi.

Anlayacağınız "öyle bir yerdeyim ki, bir yanım mavi yosun dalgalanır sularda..."

TAKSİCİ

The Saint taksicilerden bahsedince aklıma geldi.
Nice olaylar yaşamışımdır kahkahalarla biten,gülmekten yerlerde yuvarlandığımız.Onlardan birini paylaşmayı deneyelim.yazıyla anlatmak zordur yüzyüze gerekir ama deniycem yine de.

Olay bir arkadaşımın başına geldi.Yılbaşı gecesi taksiye biner.(taksicinin arkada doğulu olduğunu belirten bir yazı vardır).Gideceği yer 10-15 dak mesafededir.Taksi ışıklarda kötü biçimde durur.Arkadaki araba haliyle ne biçim duruyorsun lan tepkisi verir selektör ve kornayla.Bizim taksi şoförü de el kol hareketi yapar "geç işte" diye.Arkadaki araba 20m ilerde durur.Arabadan insan olmayan bişey çıkar.2 metre boyunda parantez bacaklı,cenesi ilerde biraz da hastalık derecesinde fazla gelismis(mongol da deniyor galiba).O sırada taksici koltuga siner,benim arkadas da sasirir.
Adam:"Ne el kol hareketi yapıyosun"?
Taksici:"Yanlış anladın abi"
Adam:"Ordan buraya kadar yürüdüm,bi tokatımı yemeden bırakmam" der.

benim arkadaş adamın şivesinden memleketlisi olduğunu anlar."Boşver toprağım,bişey yapma" der.Adam arkadasimin memleketlisi oldugunu anlayınca "Sen nerelisin" der.Arkadasim söyleyince adam kocaman kafasını camdan içeriye sokar ve "Ne o zaman bu a.k.un dogulusunun arabasına biniyosun? İn arabadan ben seni götürürüm gitceğin yere" der:)))))(Burda bakışlar,şive önemli tabi)

Arkadaşım tıpış tıpış arabadan iner taksi ücreti ödemeden.Taksiciyi dayak yemekten kurtarmıştır.Adamın arabasına biner.Adam bütün direksiyonu tek eliyle kaplamış şekilde sürer.Arkadaşım hafiften tırsarak da gitceği yerin yakınında iner.Adam gece kulubünde bodyguard imiş.Yeni istifa etmiş.Sebebini sormuş bizimki."Müşteriye tokat attım,boynu kırıldı,şikayet etti,ben de bastım istifayı" demiş.

Kıssadan Hisse: Trafikte dalaşmayın.Başınıza ne geleceği belli olmaz.

Tarçınlı Kurabiye Kokusu - Demli Çay

Dün gece İzmir'den dönüşümüz tam anlamıyla olaylı geçti. İzmir'de sanırım tadilattan dolayı tüm uçuşlar yurtdışı tarafından yapılmaktaymış, ilk şoku burada yaşadık, alıştığımız İzmir Havaalanı bu değildi...
Daha sonra küçük bir rötar ve her zamanki gibi uçağın en arka sırasındaki yerimizi aldık. (Bu bir uçuş totemidir, bize göre uçak düşerse hayatta kalma şansı en fazla arka sıralarda diye duymuştuk...)

İzmir'in kuvvetli lodosu, yağmur yüklü bulutları bizi epey sarstı havalanırken...( insanların Allah'a (C.C) inanmaları için küçük bir türbülans yeter :) İnsan ölmekten neden korkar acaba ? Etrafımızda her gün birileri ölürken, mezarlıklar kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doluyken, dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamışken...ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki der Mete Avunduk...

Neyse bu tarz konular beni aşar, fazla kurcalamamak lazım :) Havaalanından eve dönüşler de hep olaylı olmuştur, bugüne kadar konuşmayı sevmeyen, sadece sizi A noktasından B noktasına belirli bir hız ve belirli bir sürede götürme işini yapan çok az taksiciye rastladım. Belki de sorun ben de, takside zorunda kalmadıkca arkaya oturmam. Arkaya oturunca kendime hizmet ettiriyormuşum hissi beni yorar...

Neyse sağ salim gecenin bir yarısı eve girdiğimde muhteşem bir vanilya - tarçın kokusu beni karşıladı...(canım kızımın karşılamasını yeğlerdim ama o saatte yatağında mışıl mışıl uykusunu uyuyordu.) Önce tepki veremedim, sonra algımın beni yanıltmadığı, gözlerimin resimdeki yarısı yenmiş kurabiyeleri gördüğünde verdiğim tepkiyi ve demli şekersiz çaydan gelen sıcaklıkla birleştiğini gördüm...evet ölmemiştim, cennette de değildim...ama mutluydum...çok mutlu...Allah (c.c) küçük mutluluklar yaşamayı ya da küçük şeylerden mutlu olmayı bizden esirgemesin...(Amin) 

17 Nisan 2012 Salı

PANİNİ

Panini efsanedir benim için.Euro 88 ile başladım almaya.92,96,2000,2004,2008 şimdi de 2012.Çocukluktan kalma büyük bir keyif.Bir kere bile tamamlayamadım ama çıkartmaları.Son kalanları form doldurup istiyosun gönderiyorlar ona bile üşendim.Turnuva bittikten sonra bir kez olsun da kitapçığı açıp bakmışlığım yoktur yanlış hatırlamıyorsam.Ama o çıkartmaları satın almak,taşırmadan yapıştırmaya çalışmak, sayfa tamamen dolduğundaki keyfi hala yasiyorum.Şampiyonadaki maç skorlarını birebir tutabiliyorsun.
Tek sevmediğim nokta ocak ayında falan hazırlıyorlar heralde.Şampiyona öncesi kadrolar tutmuyor.Alakasız adamlar oluyor.

Paketin içinden 5 tane çıkıyor.Eskiden 50kuruştu.BU sene 1 tl olmuş.600 küsür çıkartma var.150tl'den aşağıya bitmez bu iş.

Ne kadar alırsan al bir süre sonra çıkartmalar aynı çıkar ve deste deste fazlalıklar oluşur.Bunlar için takasa girersin.4 sene önce (sonlara doğru fazlalıkları yanımda taşırım) kırtasiyede bir çocukla karşılaştım 9-10 yaşlarında,baktım elinde çıkartmalar.Oturduk yarım saat takas yaptık.

Bu sırada arkadaşlarım yanımdan uzaklaştı " Büyü de gel" diyerekten:)

16 Nisan 2012 Pazartesi

İnsomia, Yolculuk ve İzmir Üzerine

Uzun zamandır uçacağım sabahların öncesindeki gecede uyuyamıyorum. Aslında önceden böyle değildi, istediğim saatte uyuyup istediğim saatlerde uyanıyordum. Ama bir şey oldu, bir kırılma noktası ve ben artık ertesi gün uyuyakalıp uçağı kaçırırsam, ya organizasyonda bir eksiklik olursa, adaylar kalırsa, şirket imajına zarar verirsem düşünceleriy gözümü kapatamıyorum. Bir kaç defa 3 den fazla alarm kurup ( 3 farklı telefon alarmı yanlış anlaşılmasın :) uyumayı denedim ama bu seferde uyandığımda sersemden daha beterdi kafam...

Dün gece ilginç bir şey oldu, koltukta 01:00 civarı gözümü kapadım, oturur pozisyonda elleri kilitledim ve gözümü açtığımda saat 04:00'tü. Harika bir duyguydu, ben uykumu almıştım, duş alıp traş olmaya, giyeceklerimi ütülemeye, hatta tuvalette kitap okumaya bile zaman kalmıştı...

Bazen insomia olsam diyorum, makinist filmindeki gibi...http://www.imdb.com/title/tt0361862/

Uzun lafı sevmem :), sağ salim geldik İzmir'e...Hava yağmur sonrası temizliğinde, ılık ama ince montsuz dolaşılmaz...Yılardır aynı otelde kalıyoruz, bugün ilk defa bir taksici yan binamızın eski itfaiye binası olduğunu, şuanda İzmir Kent Müzesi olarak kullanıldığını, zamanımız olursa mutlaka gezmemizi tavsiye etti...Vay be dedim, böyle taksiciler kaldı mı ?

P.S : İzmir Kitap Fuarı 22 sine kadar açıkmış, sanırım biz çok yakınız oraya, umarım saatleri uydururuz...