Bu Blogda Ara

9 Haziran 2011 Perşembe

Biraz da kendimizden....

“Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahtaboşa
Saatler çalışır izinsiz
Hep bir sonraya”
Malum sinema, müzik en büyük zevklerimiz. Sistemin karşısında olmak beni hep çekmiştir kendisine, rock dinlerim ağırlıklı,yabancı rock.jazz ve blues’a hayır demem, Mahleri de çok severim, yeri ayrıdır bende. Şarkiyatçı zihnin getirdiği, ben herşeyi dinlerim, herşeyi okurum zihniyetine hep karşı çıkmışımdır. Herşeyi dinlemem, herşeyi okumam, incedir zevklerim, arabesk (mimari sanat akımı olarak) karmaşıklığı yaşamayı sevmem. Sinema da Bunuel’ dir üstat olarak gördüğüm, İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Fransız Yeni Dalga’sına şapka çıkartırım. Edward Said’ e çok saygı duyarım, kendime yakın hissederim onu. Yaşadığı sürgünün bir benzerini yaşadığım için herhalde…Zizek’in doludizgin eleştirileri ve ufuk açıcı sinema yaklaşımları beni delirtir zevkten. Antik yunan ve romaya hayranımdır, güzelliğe önem veren abilerdir, heykellerine bakmayı severim.  Güzelin karşılığı bazen sinemadır, bazen müzik ve belki de çoğu zaman kadındır. Kieslowski’nin meşhur üçlemesinin ilki olan Mavi’de bir sahne vardır aklımda kalan. Juliet Binochet cafe de kahve ve dondurma söyler garsona. Kahvesini dondurma kabının içine boşaltır, dondurmasını öyle yemeye başlar. Evet derim evet, böyle olmalı kadınlar. Detaylarını sonra anlatırım size. Ellerine bakarım enfes, ince ve uzun… Saçlar mı? Kısa olması makbuldür bence. Kısa saç, eğer yakışıyorsa, gerek yüz hatlarını gerek boyun hatlarını daha net gösterdiği için biraz zor ama hakkını verebiliyorsa çok önemli bir ayıraçtır diğer kadınlara göre… Diyeceksin ki böyle bir portre çizdin bize, sen bu tablonun hakkını verebilecek misin? Bilmem…

Not: Black için yorum yapan sevgili adsız, aynen katılırım dediklerine. Back Together’ı hatırlattın, Roads’ı hatırlattın, Eylül Akşamını hatırlattın. Eywallah…İsmini değil ama en azından nick olarak birşey belirtseydin sevinirdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder